Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
BÂKÎ KİMDİR ?
Asıl adı Mahmud Abdülbâkî’dir. 933/1526’da İstanbul’da
doğmuştur. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’dir. İlk
eğitimini babasından almıştır. Ayrıca döneminin meşhur âlimlerinden
ders görmüştür. Bunlar arasında Ahaveyn (iki kardeş) lakaplı Karamanî
Ahmed ve Mehmed efendiler de bulunuyordu. Medresede eğitim
görürken kendisiyle birlikte ileride âlim veya şair olarak adından söz
ettirecek Nev’î, Üsküplü Vâlihî, Hoca Sadeddin Efendi, Edirneli Mecdî
gibi kimseler de bulunmaktaydı. Genç yaşta şiirle meşgul olmaya
başladı. Zâtî’nin Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânına uğrayan
şiire meraklı gençlerden biriydi. Döneminin büyük şairlerinin şiirlerine
nazireler yazıp sunarak kendisini göstermeye başladı. Hocası Karamanî
Mehmed Efendi’ye yazmış olduğu “sünbül” redifli kasidesiyle şiir
çevrelerine kendisini kabul ettirmiş oldu. Kanuni’ye 1555 yılında
Nahcivan Seferi dönüşünde bir kaside sundu ve Atâî’nin ifadesine göre
ilk defa bu münasebetle padişahın ihsan ve takdirine mazhar oldu.
1556’da kadılık görevine tayin edilen hocası Şemseddin Ahmed ile
birlikte Halep’e giderek orada dört yıl civarında kadı naipliği yaptı.
İstanbul’a dönerken Konya’da kadılık göreviyle Şam’a gitmekte olan
Ebussuud Efendi’nin oğlu Mehmed Çelebi’ye rastladı. Kendisine bir
“nûniyye” kasidesi sunarak babasına hitaben bir tavsiye mektubu aldı ve
İstanbul’a varışında yazmış olduğu “lâmiyye” kasidesi ile şeyhülislâmın
muhitine girmeyi başardı. Bir taraftan saray muhitine yakınlaşmaya
çalışıyordu. Şiir ve şairlerden pek hoşlanmayan Rüstem Paşa’nın
ölümüyle yerine geçen Semiz Ali Paşa döneminde hedefine ulaştı. Semiz
Ali Paşa’ya “hâtem” redifli bir kasideyle bir “bahâriyye” sundu. Bu
dönemden sonra danişmendlik, mülâzimlik ve medrese müderrisliği gibi
görevlere getirildi. Bir taraftan Kanunî’nin şiirlerine onun isteği üzerine
nazireler yazıyor ve sultana kasideler sunuyordu. Böylece sultana
kendisini kanıtlama fırsatı bulan şair yine onun emriyle Dîvân’ını
düzenleyerek kendisine takdim etti. 1566’da Kanunî’nin vefatı üzerine
en büyük hamisini kaybeden Bâkî, onun ölümüne karşı hissettiği acıyı
dile getirdiği meşhur mersiyesini yazdı. II. Selim’in tahta geçmesiyle ona
bir “cülûsiyye” sunduysa da beklediği ilgiyi göremedi. Üstelik
müderrislik görevinden de azledildi. Münşeat sahibi Feridun Bey
vasıtasıyla Sokullu Mehmed Paşa’nın himayesini elde eden şair, böylece
padişahın meclislerine de girmeye başladı ve hükümdara sunduğu
kasidelerle elde ettiği yakınlıkla 1573’te Sahn Müderrisliğine getirildi.
III. Murad’ın tahta geçişiyle bu itibarlı durumu devam etti. Bu dönemde
Sokullu Mehmed Paşa’nın desteğini gördü. Bir ara Süleymaniye
müderrisliğine getirildi. Kendisini çekemeyenler tarafından uğradığı
iftira sonucu azledildi. Daha sonra Edirne Selimiye müderrisliği ve
Mekke kadılığı gibi görevlerde bulundu. Padişahın şiirlerine nazireler
yazarak yakınlık elde etmeye çalıştı. Önce İstanbul kadılığı daha sonra
Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerine getirildi. Böylece
şeyhülislamlığa en yakın makama erişmiş oldu, fakat bir süre sonra
emekli edildi. III. Mehmed döneminde tekrar yükselme ümidiyle
hükümdara kasideler sundu. Padişah tarafından tekrar Rumeli
kazaskerliğine atandı. Birtakım oyunlarla bu görevden de uzaklaştırıldı.
Çok yaklaştığı halde şeyhülislam olma arzusunu gerçekleştiremeden 23
Ramazan 1008 (7 Nisan 1600) Cuma günü vefat etti. Cenaze namazı Fatih Camii’nde Şeyhülislam Sun’ullah Efendi tarafından kıldırıldıktan
sonra Edirnekapı dışındaki mezarlıkta defnedilmiştir. Bâkî yaşadığı dönemde “Sultânu’ş-şu’arâ” unvanını almış, gerek
kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiş
büyük bir isimdir. Şiirdeki başarısı bütün kaynaklar tarafından kabul
edilmiş ve özellikle gazel sahasındaki başarısı klâsik Türk şiirinde bir
ekol oluşturmasını sağlamıştır. Daha hayattayken şiirleri Osmanlı edebî
çevrelerinin dışında okunmuş, şöhreti Hindistan saraylarına kadar
ulaşmıştır. İstanbul Türkçesini en iyi şekilde kullanan Bâkî, aruz
veznindeki imale ve zihaf kusurlarını da en aza indiren şair olarak kabul
edilir. Şiirlerinde coşkun ve neşeli bir dil hâkimdir. Çok basit ifadeleri
dahi kendisine has bir üslupla fakat ilk bakışta fazla derin gibi
görünmeyen bir biçimde sunar. Kendini kolay kolay ele vermeyen bir
söyleyişi vardır. Şiirlerinde çağrışımlardan bolca yararlanması ve bir
kelime ardında birden fazla anlam sığdırması özelliği nedeniyle iham ve
tevriye sanatlarına yoğun biçimde yer vermiştir. Ses ve âhenk
unsurlarını başarılı bir şekilde kullanarak bir şiir dili musikisi ortaya
çıkarmıştır. Tabiat tasvirleri ve mahalli unsurları da şiirlerine başarılı
bir şekilde yerleştirmiştir. Münacat, na’t gibi türlerde şiirlerinin
bulunmaması ve rintçe edası sebebiyle tasavvufa uzak bir şair olarak
görülmekle birlikte bazı şiirlerinde tasavvufun izlerini görmek de
mümkündür. Osmanlı şairleri arasında etki alanı en
geniş şair olduğu söylenebilir. Bâkî klâsik üslûbun divan edebiyatı
geleneği çerçevesinde gelişip şekillenmesine öncülük etmiştir. Sebk-i
Hindî etkisinin yoğun olarak hissedildiği XVII. yüzyılda bile Bâkî
takipçileri klâsik tarzı devam ettirmişlerdir. Bâkî aynı zamanda Osmanlı
toplumunda sanatkâr-iktidar ilişkisinin bir modeli ve imparatorluk
dilinin oluşumuna ciddi katkısı olan bir şairdir .
____________
Kaynakça
Eski Tür Edebiyatı Ders Kitabı (Kasım 2017 Mardin)Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları.
Çavuşoğlu, M. (1991). "Bâkî". TDVİA, 4, 537-540.
Küçük, S. (1994). Bâkî Dîvânı. Ankara: TDK.
Macit, M. Kaplan, H. (2014). "Bâkî". 08 Ekim 2017 tarihinde Türk Edebiyatı
İsimler Sözlüğü: http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com adresinden
alındı.
Şahin, E. (2011). Bâkî Dîvânı'na Göre 16. Yüzyıl Osmanlı Toplum Hayatı.
Yayımlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Tarih: 2020-12-30 15:24:54 Kategori: Kimdir
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
BÂKÎ KİMDİR ? Nedir
Asıl adı Mahmud Abdülbâkî’dir. 933/1526’da İstanbul’da
doğmuştur. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’dir. İlk
eğitimini babasından almıştır. Ayrıca döneminin meşhur âlimlerinden
ders görmüştür. Bunlar arasında Ahaveyn (iki kardeş) lakaplı Karamanî
Ahmed ve Mehmed efendiler de bulunuyordu. Medresede eğitim
görürken kendisiyle birlikte ileride âlim veya şair olarak adından söz
ettirecek Nev’î, Üsküplü Vâlihî, Hoca Sadeddin Efendi, Edirneli Mecdî
gibi kimseler de bulunmaktaydı. Genç yaşta şiirle meşgul olmaya
başladı. Zâtî’nin Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânına uğrayan
şiire meraklı gençlerden biriydi. Döneminin büyük şairlerinin şiirlerine
nazireler yazıp sunarak kendisini göstermeye başladı. Hocası Karamanî
Mehmed Efendi’ye yazmış olduğu “sünbül” redifli kasidesiyle şiir
çevrelerine kendisini kabul ettirmiş oldu. Kanuni’ye 1555 yılında
Nahcivan Seferi dönüşünde bir kaside sundu ve Atâî’nin ifadesine göre
ilk defa bu münasebetle padişahın ihsan ve takdirine mazhar oldu.
1556’da kadılık görevine tayin edilen hocası Şemseddin Ahmed ile
birlikte Halep’e giderek orada dört yıl civarında kadı naipliği yaptı.
İstanbul’a dönerken Konya’da kadılık göreviyle Şam’a gitmekte olan
Ebussuud Efendi’nin oğlu Mehmed Çelebi’ye rastladı. Kendisine bir
“nûniyye” kasidesi sunarak babasına hitaben bir tavsiye mektubu aldı ve
İstanbul’a varışında yazmış olduğu “lâmiyye” kasidesi ile şeyhülislâmın
muhitine girmeyi başardı. Bir taraftan saray muhitine yakınlaşmaya
çalışıyordu. Şiir ve şairlerden pek hoşlanmayan Rüstem Paşa’nın
ölümüyle yerine geçen Semiz Ali Paşa döneminde hedefine ulaştı. Semiz
Ali Paşa’ya “hâtem” redifli bir kasideyle bir “bahâriyye” sundu. Bu
dönemden sonra danişmendlik, mülâzimlik ve medrese müderrisliği gibi
görevlere getirildi. Bir taraftan Kanunî’nin şiirlerine onun isteği üzerine
nazireler yazıyor ve sultana kasideler sunuyordu. Böylece sultana
kendisini kanıtlama fırsatı bulan şair yine onun emriyle Dîvân’ını
düzenleyerek kendisine takdim etti. 1566’da Kanunî’nin vefatı üzerine
en büyük hamisini kaybeden Bâkî, onun ölümüne karşı hissettiği acıyı
dile getirdiği meşhur mersiyesini yazdı. II. Selim’in tahta geçmesiyle ona
bir “cülûsiyye” sunduysa da beklediği ilgiyi göremedi. Üstelik
müderrislik görevinden de azledildi. Münşeat sahibi Feridun Bey
vasıtasıyla Sokullu Mehmed Paşa’nın himayesini elde eden şair, böylece
padişahın meclislerine de girmeye başladı ve hükümdara sunduğu
kasidelerle elde ettiği yakınlıkla 1573’te Sahn Müderrisliğine getirildi.
III. Murad’ın tahta geçişiyle bu itibarlı durumu devam etti. Bu dönemde
Sokullu Mehmed Paşa’nın desteğini gördü. Bir ara Süleymaniye
müderrisliğine getirildi. Kendisini çekemeyenler tarafından uğradığı
iftira sonucu azledildi. Daha sonra Edirne Selimiye müderrisliği ve
Mekke kadılığı gibi görevlerde bulundu. Padişahın şiirlerine nazireler
yazarak yakınlık elde etmeye çalıştı. Önce İstanbul kadılığı daha sonra
Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerine getirildi. Böylece
şeyhülislamlığa en yakın makama erişmiş oldu, fakat bir süre sonra
emekli edildi. III. Mehmed döneminde tekrar yükselme ümidiyle
hükümdara kasideler sundu. Padişah tarafından tekrar Rumeli
kazaskerliğine atandı. Birtakım oyunlarla bu görevden de uzaklaştırıldı.
Çok yaklaştığı halde şeyhülislam olma arzusunu gerçekleştiremeden 23
Ramazan 1008 (7 Nisan 1600) Cuma günü vefat etti. Cenaze namazı Fatih Camii’nde Şeyhülislam Sun’ullah Efendi tarafından kıldırıldıktan
sonra Edirnekapı dışındaki mezarlıkta defnedilmiştir. Bâkî yaşadığı dönemde “Sultânu’ş-şu’arâ” unvanını almış, gerek
kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde birçok şairi etkilemiş
büyük bir isimdir. Şiirdeki başarısı bütün kaynaklar tarafından kabul
edilmiş ve özellikle gazel sahasındaki başarısı klâsik Türk şiirinde bir
ekol oluşturmasını sağlamıştır. Daha hayattayken şiirleri Osmanlı edebî
çevrelerinin dışında okunmuş, şöhreti Hindistan saraylarına kadar
ulaşmıştır. İstanbul Türkçesini en iyi şekilde kullanan Bâkî, aruz
veznindeki imale ve zihaf kusurlarını da en aza indiren şair olarak kabul
edilir. Şiirlerinde coşkun ve neşeli bir dil hâkimdir. Çok basit ifadeleri
dahi kendisine has bir üslupla fakat ilk bakışta fazla derin gibi
görünmeyen bir biçimde sunar. Kendini kolay kolay ele vermeyen bir
söyleyişi vardır. Şiirlerinde çağrışımlardan bolca yararlanması ve bir
kelime ardında birden fazla anlam sığdırması özelliği nedeniyle iham ve
tevriye sanatlarına yoğun biçimde yer vermiştir. Ses ve âhenk
unsurlarını başarılı bir şekilde kullanarak bir şiir dili musikisi ortaya
çıkarmıştır. Tabiat tasvirleri ve mahalli unsurları da şiirlerine başarılı
bir şekilde yerleştirmiştir. Münacat, na’t gibi türlerde şiirlerinin
bulunmaması ve rintçe edası sebebiyle tasavvufa uzak bir şair olarak
görülmekle birlikte bazı şiirlerinde tasavvufun izlerini görmek de
mümkündür. Osmanlı şairleri arasında etki alanı en
geniş şair olduğu söylenebilir. Bâkî klâsik üslûbun divan edebiyatı
geleneği çerçevesinde gelişip şekillenmesine öncülük etmiştir. Sebk-i
Hindî etkisinin yoğun olarak hissedildiği XVII. yüzyılda bile Bâkî
takipçileri klâsik tarzı devam ettirmişlerdir. Bâkî aynı zamanda Osmanlı
toplumunda sanatkâr-iktidar ilişkisinin bir modeli ve imparatorluk
dilinin oluşumuna ciddi katkısı olan bir şairdir .
____________
Kaynakça
Eski Tür Edebiyatı Ders Kitabı (Kasım 2017 Mardin)Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları.
Çavuşoğlu, M. (1991). "Bâkî". TDVİA, 4, 537-540.
Küçük, S. (1994). Bâkî Dîvânı. Ankara: TDK.
Macit, M. Kaplan, H. (2014). "Bâkî". 08 Ekim 2017 tarihinde Türk Edebiyatı
İsimler Sözlüğü: http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com adresinden
alındı.
Şahin, E. (2011). Bâkî Dîvânı'na Göre 16. Yüzyıl Osmanlı Toplum Hayatı.
Yayımlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Tarih: 2020-12-30 15:24:54 Kategori: Kimdir
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx